İslam ve Türk Medeniyeti’nin -her ne kadar romantik bir söylem olarak düşünülse de- esasında gönül medeniyeti olduğu asla inkar edilemez. Nitekim Kur’an kelamı ile ifâde olunan yardımlaşmak, hayırda bulunmak, fakir ve fukarayı gözetmek gibi birçok husus bizim gönül medeniyetimizin temelini oluşturmaktadır.
İslam dininin Kur’an kelamı ile sınırlarını çizdiği ve karakterize ettiği mü’min insan tipinin en önemli özelliklerinin başında yardım sever olan, hayırda bulunan ve iyiliği emredip kötülüğü yasaklayan vasıfları gelmektedir. İdeal mü’min karakter ve vasıflarına sahip olmak gayesiyle hareket eden ve yaşayan kıymetli ecdadımız bu değerler ile zarif bir medeniyet inşa etmiş ve bu medeniyetin temsilcisi olmuşlardır.
Bu değer ve gelenek birikimimizin en zirve noktası hiç şüphesiz Osmanlılar ile meydana gelmiş ve yaşanmıştır. Osmanlı toplumu yardımlaşmak ve iyilikte bulunmak hususunda kendilerine has zarif usuller inşa ve ihya etmişlerdir. Osmanlıların yardımlaşmak ve hayırda bulunmak vesilesi ile inşa ettiği bu zarif gelenklerin başında “Zimmem Defterleri” ve Sadaka Taşları” gelmektedir.
Osmanlı toplumunda zenginler ve hayır severler müşkül durumda olan kimselerin başta esnafa olmak üzere muhtelif borçlarını öder, bu hayrı gerçekleştirirken de kendilerine has yöntemler ile adlarını ve varlıklarını hissetirmeden bu sevabı gerçekleştirilerdi. Bu meşhur hayır yöntem ve geleneklerimizden birisi de Osmanlı tarihinde yaygın bir hayır geleneği haline gelmiş olan “Zimmem Defterleri”dir. Zimmet kelimesinin çoğul hali olan zimmem borç manasına gelmektedir. Zimmem defterleri ise muhtelif borçların yazıldığı defterleri ifade etmektedir. Özellikle hayır severler ve zengin durumda olan vatandaşlar muhtelif zamanlarda, özellikle de ramazan aylarında farklı muhitlerde bulunanan başta bakkal, kasap ve manav esnafını ziyaret eder ve zimmem defterlerini çıkarmalarını talep ederlerdi.
Esnafın çıkardığı zimmem defterinin başından, ortasından ve sonundan sayfaları yırtarak koparır ve “Silin borçlarını efendim, Allah kabul eylesin” derlerdi. Böylelikle tanımadıkları muhitte, müşkül durumda bulunan insanların borçlarını kimin ödediği belli olmayacak şekilde ödemesini gerçekleştirirlerdi. Bu şekilde hem dinin emri olan hayır ve yardımlaşma vazifesi yerine getirilmiş oluyor hem de Resulullah’ın “sağ elin verdiğini sol el bilmeyecek” hadisi şerifi mucibince yardımlaşmayı gizli bir şekilde ifa etmiş oluyorlardı.
Hayırda bulunacak kişi eğer toplumda tanınmış bir zât ise tebdil-i kıyafet yaparak esnafı ziyaret eder, zimmem defteri bulunan esnafın çıkardığı defterin muhtelif sahifelerinde yazan borçların ödemesini gerçekleştirirdi.
Bir diğer Osmanlı döneminde ortaya çıkan meşhur hayır geleneğimiz ise “Sadaka Taşları”dır. Tıpkı zimmem defterleri geleneğinde olduğu gibi sadaka taşı geleneğinde de hayırda bulunan kişi varlığını hissettirmeden, ihtiyaç sahibinin onurunu kırmadan yardım vazifesinin yerine getirirdi. Sadaka Taşları özellikle Osmanlı coğrafyasının hemen hemen her yerinde bulunur ve “Zekat Taşı”, “Zekat Kuyusu”, “Dilenci Mihrabı”, “Hacet Taşı”, “İhtiyaçgâh”, “Fıkara Taşı”, “Hayrat Deliği” gibi adlarla bilinirdi.
Sadaka Taşları ekseriyetle minik bir sütün şeklinde ve üst tarafında para ve eşya yardımı konulacak delik veya alanların bulunduğu taşlardır. Bu taşlar özellikle başta çeşme başları, cami önleri, huzurevi ve hastane girişleri gibi ihtiyaç sahiplerinin bulunabileceği yerlerde veya muhitlerin merkezi konumlandırında bulunurdu.
Bu yardım sütunlarına aynî veya nakdî olmak üzere yardımlar bırakılmaktaydı. Nakdî yardımlar genellikle kağıt veya metal paralar, aynî yardımlar ise ihtiyaç sahiplerinin kullanması için giyim kuşam eşyaları veya gıda maddeleri olmaktaydı. Bu alanlara yapılan yardımlar genellikle hayırseverler tarafından kimsenin görmeyeceği gece vakitlerinde yapılmaktaydı. Esasen ahaliden kimse kimin ne yardım bıraktığını bilmez, yardım alan ihtiyaç sahibi de kim tarafından hayrın işlendiğini bilmezdi.
İhtiyaç sahibi düşkün ve müşkül vaziyette bulunanan insanlar dilenmek yerine, izzeti-i nefisleri kırılmadan ve mahcubiyet duymadan ihtiyaçlarını sadaka taşlarından karşılarlardı. İhtiyaç sahipleri buralardan ihtiyacı olduğu kadar para veya eşya alırdı. Böylelikle diğer ihtiyaç sahipleri de sadaka taşlarında bulunan hayırlardan nasiplenirdi. Aynı zamanda hayırseverler tarafından sadaka taşları her zaman yardımlar ile doldurulur, yardıma muhtaç durumda bulunan insanlar asla ihmal edilmezdi.
Osmanlı toplumunun ve İslam geleneğinin inşa ettiği gönül medeniyeti içerisinde “Zimmem Defterleri” ve “Sadaka Taşları” zarif bir hayır anlayışının örneklerinden sadece birkaçıdır. Osmanlı geleneğinde bu iki meşhur hayır geleneğimiz gibi daha birçok zarif ve kibar hayır geleneklerimiz mevcuttur. Her ne kadar günümüzde zimmem defterleri ve sadaka taşları geleneği unutulmaya yüz tutmuş olsa da bu zarif geleneklerimizi ihya ettirmeye çalışan hayırseverlerimiz vardır.
Geçmiş dönemlerde İstanbul ahalisi tarafından dört adet meşhur sadaka taşının varlığı bilinmektedir. Bu taşlardan ilki Üsküdar çarşısında Gülfem Hatun Camiî’nin avlusunda bulunur, diğerleri ise Üsküdar Doğancılar, Karacaahmet ve Kocamusatafapaşa’da bulunmaktadır. Bugün bu sadaka taşlarından malesef sadece, Doğancılarda olanı dikili durmaktadır.
Osmanlı coğrafyasının muhtelif yerilerinde günümüze ulaşan ve artık birer tarihi eser konumunda olan sadaka taşlarının varlığı bilinmektedir. Başta İstanbul olmak üzere, İzmir, Ankara, Samsun, Kayseri, Çorum, Yozgat ve Manise dâhil olmak üzere daha birçok şehrimizde sadaka taşları bulunmaktadır.
Malesef sekülerleşme ve modernizm ile birlikte geçmişte sahip olduğumuz bu kadim geleneklerin yabancısı olduk. Modern toplum yaşamı ve yeni yaşam standartları başta aile bağlarımız olmak üzere insani ilişkilerimizi zaafa uğrattı. Zayıflayan insan ilişkilerimiz neticesinde paylaşmaktan ve yardımlaşmaktan uzak bireyler haline geldik. İyilikte ve hayırda yarışan kişiler olmak yerine, hızda, tüketimde ve kendinden başka kimseyi düşünmeme konusunda mücadele eden insanlar olduk. İyilik ve yardımlaşma konusunda, insani bağlarımızı güçlendiren, birlik ve beraberliğimizi sağlayan kadim gelenklerimizin tekrar ihya edilmesi artık elzemdir. Bu kadim gelenklerin tekrardan yaşatılması için başta bireyler olmak üzere devlet, vakıf ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkese büyük görevler düşmektedir.