İnsanlık tarihi boyunca birçok devlet ve toplum başta kendi varoluşları olmak üzere tarihe ad verecek birçok başarılara imza atmışlardır. Muhtelif topluluklar kendi milli vasıflarını tarihi tecrübede elde ettileri kazanımları ile sağlamışlardır. Tarih boyunca yaptıkları onlara ad ve karakter vermiş, onlar da tarihe ad kazandırmışlardır.
Türkler, bahsini ettiğimiz bu minval üzere tarihleri boyunca ad ve karakter almış, başta kendi tarihleri olmak üzere dünya tarihine ad vermiş bir millet olmuştur. Onların bu vasıfları kendi hayat tecrübeleri sonucunda ürettikleri medeniyet unsurları ve insanlık tarihine doğrudan etkileri ile şekillenmiştir.
Türk boylarının İslamiyet’i kabulü ve onu bir hayat gayesi olarak benimseleri ile birlikte tarih artık Türkler eli ile yazılmaya başlanmıştır. Hz. Peygamber ve Kur’an’ın idealize ettiği mü’min insan tipi, Türkler eliyle “gazi” ve “alp” olarak biçimlenmiştir. Kazanılan bu ruh Türkleri tarihin en önemli aktörü kılmış ve dünya tarihine yön verecek kudreti onlara bahşetmiştir. Selçuklu devleti Abbasi halifeliğini, Şii Büveyhoğulları ve Fatımî tehlikesinden kurtarmış; Abbasi halifesinin siyasi ve dini gücünü arkasına alarak İslam dinin sancaktarlığını yapacak misyonu elde etmişti.
Bu ruh ile mayalanan millet, binlerce yıllık tarihine büyük devletler, zaferler ve isimler kazandırmıştır. Bunlardan en dikkat çekici olanı tarihimize “Zafer Ayı” olarak geçen Ağutos ayı içerisinde elde edilen önemli başarılardır. Türk milletinin tarih sahnesinde elde ettiği başarıları, kırılma ve dönüm noktası olarak kabul edeceğimiz dönemlerdeki mücadeleleri ilahi bir kader gibi zafer ayı olarak ad alan Ağustos ayında yazılmıştır.
Türkler, Ağustos ayı içerisinde başta 1071 Malazgirt Zaferi olmak üzere, 1473 Otlukbeli Zaferi, 1514 Çaldıran Zaferi, 1516 Mercidabık Zaferi, 1521 Belgrad’ın Fethi, 1526 Mohaç Zaferi, 1571 Kıbrıs’ın Fethi ve 1922 Büyük Taarruz zaferlerini elde etmiş ve hak edilmiş bir isim olarak Ağutos ayına “Zafer Ayı” ismini kazandırmıştır.
Tarihimize şan veren bu zaferlerin hemen hepsi siyasi, sosyal ve ekonomik önemleri bakımından mühim ve değerlidir. Fakat tarihte sebep ve sonuçları bakımından şüphesiz en önemli iki zaferimiz 1071 Malazgirt ve 30 Ağutos Büyük Taaruz’dur.
Bilhassa Malzagirt Zaferi, Andolu’nun Müslüman Türklere yurt kılınması açışından oldukça önemlidir. Bizans tahtına yeni geçen hükümdar Romanos Diogenes, tahtını büyük bir zaferle taçlandırmak ve Anadolu’da Türk akınları nedeni ile sarsılan Bizans otoritesini yeniden tesis etmek için büyük bir sefer hazırlığına girişti. Bizans ordusu, kaynakların belirttiği rakamlara göre yaklaşık olarak 200-300 bin kişilik bir mevcuda sahipti. Bu ordu Peçenek, Uz, Kıpçak ve Hazar Türkleri ile İslav, Alman, Bulgar, Frank, Ermeni ve Gürcüler’den oluturulmuş ve en iyi silahlar ile donatılmıştı.
Bizans ordusu harekete geçtiği zaman Selçuklu ordusu ve Sultan Alparslan, Mısır seferinde ve Halep kuşatmasındaydı. Hükümdar Romanos Diogenes’in büyük bir ordu ile Malazgirt ovasına doğru ilerlediği haberini alan Sultan Alparslan, Mısır seferini yarıda keserek Bizans ordusunun üzerine yürüdü. Abbâsî Halifesi Kāim-Biemrillâh da o sıralarda bütün İslâm dünyasının yakından ilgilendiği Malazgirt Muharebesi’nin Alparslan tarafından kazanılması hususunda bir dua metni hazırlatarak cuma namazında bütün İslâm ülkelerindeki minberlerden okutulmasını emretti.
Buharalı Ebû Nasr Muhammed’in ‘bütün müslümanların İslâm’ın zaferi için dua ettikleri cuma günü öğle vaktinde düşmana saldırması’ tavsiyesine uyan Sultan Alparslan, ordusuyla birlikte cuma namazını kıldıktan sonra “Ölürsem kefenim olsun” dediği beyaz bir elbiseyle askerin karşısına çıktı.
Malazgirt Ovası, Rahve mevkine meydana gelen savaşı sayıca az olmasına rağmen Türk ordusu büyük bir zafer ile kazandı. Bizans hükümdarı esir olarak alındı.
Malazgirt zaferi, Selçuklu ve Oğuz Türklerinin İslamiyet ile müşerref olduktan sonra İslamiyet ve Türk milleti adına Bizans’a karşı kazandıkları en önemli savaştır. Bu savaşı mühim kılan en büyük özellik Anadolu’da hâkim bulunan Bizans’ın siyasi gücünün ve otoritesinin kırılması ile Anadolu’ya peyderpey gaza ve cihad faaliyetleri yürüten Türk topluluklarının Anadolu’yu artık tamamen yurt kılabilmesidir. Nitekim 1071 Malazgirt Savaşından sadece 4 sene sonra 1075 yılında Bizans’ın başkenti İstanbul’un hemen yakınında bulunan İznik’te Türkiye Selçuklu Devleti kuruldu.
Anadolu’nun kapıları bu savaş sonucunda artık tamamen Türk boylarına açılmış, Türk milleti Anadolu’da kendi medeniyetini inşa edecek ve asla bu topraklardan kimsenin söküp atamayacağı varoluşunu yaratmaya başlayacaktır. Anadolu artık Müslüman Türkler eliyle imar edilecek, köyler ve şehirler kurulacak, medreseler, tekke ve zaviyeler, imâretler inşa edilecektir. Anadolu’da birçok ünlü devlet adamı, bilim adamı ve düşünür yeşermeye başlayacaktır. Bu ruh ve gaye ile Anadolu topraklarında tarihe geçecek başta iki büyük Türk devleti olan Selçuklular ve Osmanlılar olmak üzere birçok türk devleti tesis edilecekti.
Tabiri caiz ise İstanbul’un Fethi Malazgirt ile başlanmıştır denilebilir. Özellikle Malazgirt hezimeti sonrası Bizans siyasi çözülmeye başlamış, devlet gelenekleri inkiraza duçar olmuş ve 1453 yılındaki İstanbul’un fethine kadar Bizans zayıflamış bir devlet olarak hayatını sürdürmüştür.
Müslüman Türk yurdu kılınan Anadolu üzerine Avrupa’nın var gücü ile donattığı ordulardan müteşekkil Haçlı seferleri düzenlenmiş fakat 1071’de Malazgirt’te vurulan Müslüman Türk mührü bu topraklardan asla silinememiştir.
Türk varlığını Anadolu’dan yok etmek için sayısız mücadelelere girişen Haçlı düşüncesi en son ve en büyük girişimine Türk topraklarının muhtelif yerlerine açtığı cepheler ile ve Batı Anadolu’dan işgal ile başlatamıştır. Milli şair ve tarihçilerimizin “yedi düvel” olarak nitelendirdiği bu büyük haçlı ordusu başladığı işgal girişimini başkent Ankara önlerine kadar ilerletmiş ve varlığımızı en derin şekilde tehdit etmişti. Bu topraklarda ki yaşam hakkımız gasb edilmek istenmiş ve mevcudiyetimiz tarih sahnesinden silinmek arzusu duyulmuştu.
Kendisine bu topraklarda yaşam hakkı tanımak istenmediği şurunu idrâk eden Anadolu insanı bütün varlığını ortaya koyarak, kadim ruhunu ihya ederek Milli Mücadele’yi başlatmıştır. Kadın ve Erkek, yaşlı, genç ve çocuk demeden bütün bireyleri ve imanı ile Milli Mücadele’yi omuzlamış, tarihte eşi ve benzeri görülmeyen büyük bir kahramanlık destanı yazmıştır.
Büyük şairimiz Namık Kemal’in “fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır” beyitinde ifade ettiği gibi bu yüce millet tarihinde ki büyük başarılarına imza atan ruhunun, kanının ve imanının değişmediğini bütün dünya’ya göstermiştir.
Asırlardır kanı ile suladığı, medeniyetini inşa ve ihya ettiği bu toprakları var gücü ile savunmak ve düşman işgalini sonuçlandırmak için 30 Ağustos 1922 tarihinde Büyük Taâruzu’u başlatmıştır.
Topyekun bir milletin canı, malı ve olanca imanı ile başalttığı bu mücadele ve taaruz zaferle neticelenmiş, Haçlı ordusunun tarihteki en büyük işgal girişimi Müslüman Türk varlığının nihai zaferi ile neticelenmiştir. Tarih bir kez daha tekerrür etmiş, bu kadim millet tarihinde bir kez daha Ağusots ayında büyük bir zafere imza atmıştır.
Ağustos ayı bir kez daha kendisine hak edilmiş olarak verilen Zafer Ayı ünvanını büyük bir başarı daha ilave etmiştir. Tekrar tarih sayfalarına ve bütün dünya insanlarının hafızasına Müslüman Türkler’in zafer ayı olarak geçmiştir.